Sürdürülebilir Gıda Platformu Başkanı ve Sürdürülebilirlik Akademisi Yönetim Kurulu Üyesi Semra Sevinç, gıda ekosisteminin geleceğini şekillendiren kritik başlıkları Perakende.org’a anlattı. Sevinç; gıda sistemlerindeki dönüşüm ihtiyacını değerlendirdi, “yeşil yıkama” ile gerçek etki arasındaki farkı netleştirdi, tarladan sofraya uzanan bütünsel devrimin neden zorunlu olduğunu ayrıntılarıyla açıkladı. Bilimin, sermayenin ve tüketicinin gelecekte nasıl ortak bir güç oluşturması gerektiğine dair görüşlerini paylaşan Sevinç, 11 yıldır sürdürülen Sürdürülebilir Gıda Zirvesi’nin artık bir etkinlikten öteye geçerek bir “hareket” haline geldiğini vurguladı.
1. Semra Hanım, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sürdürülebilirlik Akademisi’nin çalışmaları ve Sürdürülebilir Gıda Zirvesi’nin amacı hakkında bilgi verir misiniz?
Tabi ki. Ben uzun yıllardır sürdürülebilirlik, marka stratejisi ve iş dünyasında dönüşüm konularında çalışan; hem özel sektör hem de sivil alanda birçok farklı paydaşı aynı masada buluşturan platformlarda aktif rol alıyorum. 16 yıl önce kurulan Sürdürülebilirlik Akademisi’nde ilk günden bu yana Yönetim Kurulu üyeliği yapıyorum. Küresel sürdürülebilir markalar topluluğu olan Sustainable Brands’in Türkiye Ülke Başkanlığı, Sustainable Business Network (SBN) EşBaşkanlığı ve Sürdürülebilir Gıda Platformu Başkanlığı da diğer görevlerim arasında yer alıyor. Kısaca Türkiye’de şirketlerin sadece “daha çok” değil, daha iyi ve daha sorumlu büyüme yolculuklarına katkı veren çalışmaların içinde yer alıyorum.
Sürdürülebilirlik Akademisi, Türkiye’de iş dünyasının sürdürülebilirlik kapasitesini geliştirmeyi amaçlayan; eğitim, network oluşturma ,belgelendirme ve motivasyon programlarıyla iş dünyasında sürdürülebilir iş modellerine dönüşümü hızlandırmaya katkıda bulunan bir yapı.
Amacımız yalnızca farkındalık yaratmak değil; şirketlerin iş modellerini, tedarik zincirlerini, kültürlerini ve karar mekanizmalarını dönüştürecek somut araçlar geliştirmek. Yani sürdürülebilirliği bir iletişim konusu olmaktan çıkarıp iş stratejisinin merkezine taşımak. Ayrıca Sürdürülebilirlik Akademisi Sustainable Business Network (SBN) ün de yürütücülüğünü yapıyor. SBN iş dünyasından 100 e yakın kurumun üye olduğu bir dönüşüm platformu.
Sürdürülebilir Gıda Zirvesi ise on bir yıldır, gıda ekosisteminin tüm aktörlerini – büyük markaları, KOBİ’leri, start-upları, çiftçileri, yatırımcıları, akademiyi ve sivil toplumu – aynı masada buluşturuyor. Amaç sadece iyi örnekleri paylaşmak değil; gıdanın geleceğini birlikte yeniden tasarlamak, ortak risklere ortak çözümler üretmek ve sektörün dönüşümünü somut adımlarla hızlandırmak.
Bugün geldiğimiz noktada zirve bir etkinlik olmaktan çıktı; bir hareket hâline geldi. Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki gıda sadece bir sektör değil; iklimin, ekonominin, sağlığın, toplumsal refahın ve geleceğin anahtarı. Bu nedenle yaptığımız iş, Türkiye’nin gıda sistemine yön verecek kalıcı bir dönüşümün parçası olma hedefi taşıyor.
2. Gıda sistemleri artık sadece insanı değil, gezegenin kaderini de şekillendiriyor. Sizce gıdanın geleceğini kurtarmak için “devrim” nerede başlamalı — tarlada mı, laboratuvarda mı, sofrada mı?
Gıda sistemleri artık yalnızca karnımızı doyuran bir mekanizma değil; toprağın sağlığını, su kaynaklarını, iklim krizinin hızını ve toplumların direncini belirleyen dev bir etki alanı. Bu nedenle “Gıdanın geleceğini kurtarmak için devrim nerede başlamalı — tarlada mı, laboratuvarda mı, sofrada mı?” sorusunun tek bir yanıtı yok. Devrim, bu üç alanda birden, birbirini besleyerek başlamalı.
Tarlada, çünkü gıda sisteminin ekolojik temeli toprakta yatıyor. Toprağı onarmadan, suyu verimli kullanmadan, biyolojik çeşitliliği korumadan ne sürdürülebilir üretim mümkün olur ne de iklim krizine dayanıklı bir gıda sistemi kurulabilir. Rejeneratif tarım uygulamaları, çiftçinin bilgi ve teknolojiyle güçlendirilmesi ve toprağın “karbon deposu” olarak yeniden yapılandırılması, devrimin en kritik ilk adımı.
Laboratuvar ise bu dönüşümün hızlandırıcısı. Artan nüfusa, azalan kaynaklara ve iklim baskısına rağmen sistemi ayakta tutacak olan; yeni nesil proteinler, tohum ıslahı, hassas tarım teknolojileri, yapay zekâ destekli karar mekanizmaları ve döngüsel ekonomi çözümleri. Laboratuvar bize sadece yeni ürünler değil, aynı zamanda daha verimli, daha düşük karbonlu, daha az kayıpla ilerleyen bir iş modeli sunuyor.
Ama gerçek kültürel kırılma sofrada yaşanıyor. Çünkü tüketicinin davranışı, tüm sistemin yönünü belirleyen en güçlü sinyal. Sofrada tercih edilen ürün, israf edilen miktar, etik ve sürdürülebilir üretime verilen değer; tarladaki üretim modelini de, laboratuvardaki inovasyonun ölçeklenmesini de etkiliyor. Sofrada değişen bir alışkanlık, tüm değer zincirini dönüştürebiliyor.
Bu nedenle ben devrimi tek bir adrese hapsetmek yerine şöyle tanımlıyorum: Ekolojik dönüşüm tarlada, teknolojik dönüşüm laboratuvarda, kültürel dönüşüm sofrada başlar. Gıdanın geleceğini gerçekten kurtarmak, ancak bu üç alanın aynı anda harekete geçtiği bütünsel bir devrimle mümkündür.
3. Rejeneratif tarım, yapay zekâ, döngüsel ekonomi… Bu kadar kavram arasında kaybolmadan, gerçek etki yaratan girişimleri nasıl ayırt edebiliriz? “Yeşil vitrin” ile “gerçek dönüşüm” arasındaki farkı siz nasıl tanımlarsınız?
Bugün gıda ve tarım dünyasında çok farklı kavramları aynı anda konuşuyoruz: rejeneratif tarım, yapay zekâ, döngüsel ekonomi, karbon nötrlük, izlenebilirlik… Aslında sorun kavramların çokluğu değil; bu kavramların ne kadar derin, gerçek ve ölçülebilir bir dönüşüme karşılık geldiği. Bu nedenle benim için kritik ayrım şu soruda yatıyor: Bir girişim işin özünü değiştiriyor mu, yoksa sadece hikâyesini mi güzelleştiriyor?
“Yeşil vitrin” sanırım burada ‘’greenwashing’’ ten bahsediyorsunuz , ,yeşil yıkama veya yeşil badana dediğimiz yaklaşım, genellikle iletişim odaklı oluyor. Küçük bir pilot uygulama, bir çiftlikte yapılan sınırlı ölçekli bir deneme ya da ambalajı yeşile boyanmış bir ürün sürdürülebilirlik adı altında vitrine çıkarılabiliyor.
Ancak şirketin ana iş modeli, tedarik zinciri, yatırım öncelikleri ve performans sistemleri değişmiyorsa bu gerçek dönüşüm değildir. Ambalajın rengi yeşil olsa da iş modelinin kendisi gri kalır.
Gerçek dönüşüm ise daha zor, daha kapsamlı ve çok daha etkili bir süreçtir. Gerçek dönüşüm bütün değer zincirine dokunmalı. Tarladan fabrikaya, fabrikadan tüketiciye kadar yayılan bir etki yaratıyorsa gerçek bir dönüşümden bahsedebiliriz.
Gerçek dönüşüm, şirketin kaynaklarını, yatırım kararlarını, tedarikçi ilişkilerini ve teşvik mekanizmalarını yeniden şekillendirir. Sürdürülebilirlik bütçelerin sonunda değil, stratejinin merkezinde yer alır. Ve gerçek dönüşümde “Niyet” değil, “sonuç” önemlidir. Bilimsel, somut, takvime bağlı hedefler ve bağımsız doğrulama olmadan yapılan hiçbir çalışma gerçek etki ürettiğini iddia edemez ve dönüşüm şeffaf olmalı. Bu nedenle benim tanımım çok net: Yeşil yıkama , sürdürülebilirliği bir iletişim konusu olarak ele alır; gerçek dönüşüm ise iş yapma kültürünü, karar alma süreçlerini ve değer yaratma modelini kökten değiştirir. Kısacası, bugün dünyamızın ihtiyacı algıyı güzelleştirmek değil; sistemi dönüştürmektir. Gerçek dönüşüm toprağa, veriye ve işin özüne dokunur. Yeşil yıkama ise yalnızca algıya.
4. Gıda sektöründe büyük markalar, startuplar, yatırımcılar ve sivil toplum aynı masada. Sizce geleceğin gıda ekosistemi kimlerin elinde şekillenecek — sermayenin mi, bilimin mi, tüketicinin mi?
Aslında geleceğin gıda ekosistemi tek bir gücün elinde şekillenmeyecek. Çünkü bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlar — iklim krizi, su kıtlığı, gıda güvenliği, israf, tedarik zinciri kırılganlığı — tek bir aktörün çözebileceği kadar basit değil. Bu nedenle ben geleceğin gıda sistemini “sermayenin mi, bilimin mi, tüketicinin mi elinde olacak?” sorusundan çok, bu üç gücün nasıl bir araya geleceği üzerinden değerlendiriyorum.
Bilim, bize neyin gerçekten sürdürülebilir olduğunu söylüyor. Toprağın, suyun, karbonun, biyolojik çeşitliliğin sınırlarını bilim belirliyor. Yani sistemin gerçek pusulası bilim.
Sermaye, bu dönüşümü ölçeklendiren güç. Yeni nesil teknolojiler, rejeneratif uygulamalar, izlenebilirlik sistemleri, döngüsel modeller ancak yatırım bulduğunda etkisini büyütüyor. Sermaye doğru yönlendirilirse dönüşüm hızlanır; yanlış yönlendirilirse tüm sistem yavaşlar.
Tüketici, gıda ekosisteminin kültürel değişim motoru. Sofradaki tercih, raflardaki değişimi, markaların stratejisini ve yatırımcıların önceliklerini belirliyor. Tüketici talebi olmadan hiçbir dönüşüm kalıcı olamaz.
Bence geleceğin gıda sistemi bu üç gücün kesişiminde şekillenecek. Bilimin yön verdiği, sermayenin ölçeklediği, tüketicinin ise meşruiyet kazandırdığı bir model… Ve bu modelin gerçek mimarı ise bu aktörleri aynı masa etrafında buluşturabilen platformlar ve iş birlikleri olacak.
5. Dünya su kıtlığı, iklim krizi ve eşitsizlik sarmalında hızla daralan bir alana sıkışıyor. Bu tabloyu tersine çevirecek en güçlü umut sizce nereden geliyor: bilimden mi, bilinçten mi, iş birliğinden mi?
Evet bugün dünya, su kıtlığı, iklim krizi ve eşitsizlik gibi birbirini tetikleyen çok boyutlu bir sarmalın içinde. Bu sarmaldan çıkışta bilimin,bilincin ve işbirliğinin birbirinden ayrılmadığını görüyoruz. Bilim bize neyin gerçekten işe yaradığını, hangi sınırları aşmamamız gerektiğini ve nasıl daha dayanıklı sistemler kurabileceğimizi söylüyor. Bilinç, toplumun, tüketicinin ve liderlerin önceliklerini değiştirerek bilimsel çözümlerin hayata geçmesini sağlıyor. Ancak bütün bunların gerçek etkiye dönüşebilmesi için en kritik unsur iş birliği.
Benim için en büyük umut tam da bu noktada doğuyor: iş birliği. Çünkü iş birliği olmadan ne bilim ölçekleniyor ne de bilinç sistemleri dönüştürebiliyor. Şirketlerin rekabeti iş birliğine dönüştürdüğü, kamu–özel–akademi dünyasının ortak hedeflere hizalandığı, finans kuruluşlarının uzun vadeli değer yaratmaya odaklandığı ve tüketicinin sesinin bu masada duyulduğu bir model, bizi bu krizlerden çıkarabilecek tek yol. Bugün bizi zora sokan şey parçalı hareket etmemiz; bizi geleceğe taşıyacak olan ise kolektif bir irade.
Bu nedenle benim yanıtım çok net: En büyük umut iş birliğinde. Bilimi uygulanır kılan, toplumsal bilinci büyüten ve etkiyi ölçeklendiren güç ancak ortak hareketle ortaya çıkıyor. Gıdanın ve gezegenin geleceğini belirleyecek olan tam da bu bütüncül yaklaşım.
6. Son olarak; 11 yıldır sürdürülen bu zirve, artık bir platformdan öte bir hareket haline geldi. Sizce “Gıdanın Geleceği İçin” çağrısı, önümüzdeki on yılda nasıl bir toplumsal değişimin fitilini ateşleyebilir?
Bu zirve 11 yılda yalnızca konuşulan bir platform olmaktan çıktı; artık Türkiye’de gıda sisteminin gerçek dönüşümünü tetikleyen bir hareket hâline geldi. Bu nedenle “Gıdanın Geleceği İçin” çağrısının önümüzdeki on yıldaki en büyük etkisinin, söylemin yerini eylemin alması olacağını düşünüyorum. Çünkü hepimiz çok iyi biliyoruz ki sorunlar büyüdü, zaman daraldı ve artık yeni raporlara değil, sahaya inen somut adımlara ihtiyacımız var.
Bu çağrının toplumsal dönüşümü üç alanda hızlandıracağına inanıyorum. İlk olarak, üretimde eyleme geçiş göreceğiz. Gıda sektörü uzun süredir ne yapılması gerektiğini konuşuyordu; şimdi ise “artık yapıyoruz ve ölçüyoruz” dönemine giriyor. Rejeneratif tarım, su verimliliği, izlenebilirlik ve adil tedarik zinciri gibi alanlarda söylem fazlasıyla oluştu. Bundan sonra bu zirvenin etkisiyle sahada gerçek projeler, ölçülebilir sonuçlar ve ortak uygulamalar çok daha görünür olacak.
İkinci olarak, tüketim tarafında davranış değişimi hızlanacak. Türkiye’de tüketici duyarlılığı arttı; insanlar sadece sürdürülebilir ürünleri duymak değil, gerçekten görmek ve satın aldıkları ürünün nasıl üretildiğini bilmek istiyor. Bu zirve, israfı azaltmaktan ambalaj tercihlerine, yerel üreticiye destekten sağlıklı beslenmeye kadar geniş alanda somut yönlendirmeler sunuyor. Yani değişim artık sofraya iniyor.
Üçüncü olarak, bu platformun en güçlü etkilerinden biri politika ve iş dünyası düzeyinde icraata odaklanması. Kamu, iş dünyası, akademi ve sivil toplum artık sadece fikir alışverişi yapmıyor; birlikte uygulama geliştiren bir yapıya geçmiş durumda. Bu zirve, önümüzdeki yıllarda yeni iş birliklerinin, teşvik modellerinin, regülasyon önerilerinin ve pilot projelerin hayata geçmesini sağlayacak.
Kısacası “Gıdanın Geleceği İçin” çağrısı bir farkındalık hareketi değil; bir eylem hareketi yaratıyor. Artık söylem dönemi bitti. Şimdi uygulamanın, sorumluluğun ve birlikte harekete geçmenin zamanı. Bu zirve de tam olarak bu nedenle, bir etkinlikten çok daha fazlası: Türkiye’nin gıda sistemindeki gerçek değişimi başlatan ortak eylem platformu.
